Gün Haber

Böyle bir teşekkürü hak ettik mi?

Bugün herkes bir an için Doğan Yurdakul olmalı.Silivri’de yatarken deva bulamayan eşini kaybeden Gazeteci Yazar Doğan Yurdakul acısını açık bir teşekkürle dile getirdi.İşte o yazı:
ABONE OL
Abone Ol
Böyle bir teşekkürü hak ettik mi?
Haberler / Türkiye
17 Eylül 2011 Cumartesi 13:56
PAYLAŞ 
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
Facebook'ta Paylaş
ACIMI PAYLAŞANLARA AÇIK TEŞEKKÜR
Silivri’deki hücremde dün gece yarısı saat 03.00'te göğsümün üstünde bir ağrıyla uyandım. Kalktım, elimi yüzümü yıkayıp bir dilaltı ilacı aldım. Biraz ferahladıktan sonra içeriden, “ortak yaşam alanımızdan” Ahmet'in (Şık ) tıkırtılarının geldiğini duydum. Ahmet genellikle geç yatar ama bir kaç gündür iddianame üzerinde çalıştığı için iyice geç yatıyor.

Bir an yanına gitsem mi diye düşündüm, sonra vazgeçtim. Zaten Ahmet'le Nedim (Şener) her gece bana bir şey olur mu diye diken üstünde yatıyorlar, ortalığı velveleye vermenin gereği yok deyip yattım, uyumuşum.
Sabah Nedim ilaç yazdırmak için doktora çıkmıştı. .Ahmet kalktı, saat 11 'de CNN Türk’te
Medya Mahallesi programını açtık. Ayşenur Arslan acı haberi verdi:
“Odatv davası sanıklarından Doğan Yurdakul'un eşi Güngör Yurdakul hayatını kaybetti...”
Ahmet hemen elini omzuma attı "Başın sağolsun" dedikten hemen sonra "abi iyi misin?" diye sordu. Dokuz gündür acı içinde bu haberi bekliyorum, kendimi oldukça hazırlamışım, ne kadar iyi olunursa o kadar iyiyim. Bunu söyleyebildim ilk taziyeyi aldığım sevgili koğuş arkadaşıma.

O sırada televizyondan geçen altyazı eşimin gece yarısı 02.50'de hayatını kaybettiğini bildiriyordu. Ahmet'e gece o saatte kalp ağrısıyla uyandığımı söyledim. "Seni duydum ama, sonra yattın o yüzden merak etmedim" dedi. Hapiste olan insan, eşinin ölüm haberini bile yarım gün sonra alabiliyor...
* * *
Altı buçuk aydır tutuklu bulunduğum Silivri'de bir yandan yoğun bir sözlük çalışması içindeyken bir yandan da yavaş yavaş anılarımı yazmaya başlamıştım.
Meğer o anıları yazmaya yaşantımın başından değil sonundan başlayacakmışım. 3 Mart 2011 Perşembe günü sabah saat 7.00’de polisleri karşımda gördüğümde ilk düşündüğüm şey Güngör'ün hastalığı oldu. Aralık ayında son bir ameliyat daha olmuştu ve kemoterapi tedavisi görüyordu. Ama vücudu tedaviye yanıt vermiyordu, melun hastalık yayılmaya başlamıştı ve biz bunu ona söylemiyor, güç ve moral veriyorduk.

Hani filmi geri sarmak derler ya. Polisler bana içinde "Ergenekon soruşturması" sözünün de geçtiği gözaltı evrakını okurlarken ben filmi ileri sarıyordum. Böyle gidenlerin hiçbirinin kolay kolay geri gelmediğini biliyordum ve eşimi ben Silivri'deyken kaybedeceğimi anlamıştım.
Tutuklandıktan sonra onu ilk ve son kez Nisan ayı başındaki açık görüşte gördüm. Görüşe gelirken (kemoterapi yüzünden saçları döküldüğünden kullandığı) peruğun firketeleri ve sütyenindeki metalin sinyal vermesi yüzünden çok eziyet görmüştü.
Zaten oğlunun koluna tutunarak zor yürüyordu. Bu zulmü tekrar çekmemesi için bir daha gelmemesini rica ettim. Zaten o görüşten sonra yürüyemez oldu, kanser kemik metastazı yapmıştı, hastaneye yattı. Sonra da durumu hep kötüye gitti.

Kaçınılmaz sona gidişimizi cezaevinden adım adım izledim.
Güngör bu acı dolu süreci müthiş bir dirençle göğüsledi. Mektuplarında ve telefonlarda hep bana moral vermeye çalıştı. Çok sancılar çektiği halde durumunu hep bana iyi göstermeye çalıştı.
5 Eylül’deki son veda görüşmemizde bile aynı tutum içindeydi. Ona bacakları için yapılan fizik tedaviye önem vermesini söylediğimde "merak etme ayakta durmaya, hatta adım atmaya başladım” dedi, hâlâ beni kandırmaya çalışıyordu. Oysa ben artık sona yaşlaştığımızın haberini almıştım. Zaten ertesi gün gelen avukatlarım komaya girdiğini haber verdiler.
Tam dokuz gün serumla beslenerek uyudu. Dokuz günü cezaevinde nasıl geçirdiğimi anlatmam mümkün değil. Koğuş arkadaşlarımın da, benim de bu konuyu hiç açmamaya gayret ettiğimiz bir dokuz gün...
Bir dokuz gün... Koğuşun demir kapısının veya üstündeki göz deliğinin gümbürtüyle her açılışında sıçrayarak yerinden kalktığın, her avukata çağrılışında dilaltı kalp ilacı aldığın, haber kanallarında sürekli alt yazıları yürek heyecanıyla takip ettiğin bir dokuz gün. Bir telefon görüşmemizde Güngör'e anılarımı yazmaya başladığımı söylediğimde "asıl birlikte bizim hikâyemizi yazmalıyız" demişti, "öyleyse sen hemen yazmaya başla" demiştim. Şimdi ona böyle bir borcum var. Bu veda mektubumla ona borcumu ödemeye başlıyorum, ama yaşamın bana yaptığına bakın ki, o hikâyeyi yazmaya sonundan başlamak zorundayım.

Saat 12.00’de Silivri Cezaevlerinden sorumlu Savcısı koğuşa geldi ve 16. Ağır Ceza Mahkemesinin cenazeye gitme talebimizi kabul ettiğini bildirdi. Bu acı olay, ülkedeki tutukluluk koşullarının insanileştirilmesi konusunda bir düzelmeye yol açarsa bunu  Güngör'ün o yiğitçe direnişinin bir ödülü sayacağım.

Acımızı paylaşan herkese, o her satırı içime işleyen yazıları yazan tüm meslektaşlarıma sonsuz teşekkürlerimi sunarım.
Huzur içinde yat canım sevgilim!
Doğan Yurdakul
Odatv.com

YORUM EKLE

Yorumunuz gönderildi
Yorumunuz editör incelemesinden sonra yayınlanacaktır

YORUMLAR


   Bu haber henüz yorumlanmamış...

DİĞER HABERLER

Sayfa başına gitSayfa başına git
Facebook Twitter Instagram Youtube
TÜRKİYE ANTALYA BURDUR ISPARTA SİYASET TURİZM YAZARLAR FOTO GALERİ VİDEO GALERİ RESMİ REKLAMLAR KAMPÜS SPOR GÜN'ÜN ÜRÜNÜ SAĞLIK EKONOMİ DÜNYA
Masaüstü Görünümü
İletişim
Künye
Copyright © 2024 Gün Haber