Geçtiğimiz cuma günü, birkaç gazeteci arkadaşla İbradı’ya gittik.
Daha önce de birkaç kere gitmişliğim var, Gülriz Sururi’nin, suikaste kurban giden Prof. Dr. Muammer Aksoy’un, CHP’li Hakkı Süha Okay’ın da aralarında bulunduğu onlarca ünlü ismin memleketi İbradı İlçesi…
Saz ve söz üstadı, Antalya İl Kültür Müdürlüğü’nde müdürlük görevinden emekli olduktan sonra memleketi İbradı’ya yerleşen Sami Demircioğlu, “Abi, 1990 yıllarda da gelmiştin” deyince hatırladım.
Evet, bu İbradı’ya konaklamalı gittiğim üçüncü geziydi…
Yola çıktığımızda Antalya resmen yanıyordu.
Açılışı yeni ama eskimiş yoldan, uzunluğu 5 km’yi aşan tünelden geçerek 1 saat 15 dakika gibi bir sürede vardık İbradı’ya…
İbradı’ya gidip de yaşadığı sürede her insana dokunan iş insanı Tarık Duru’nun babası rahmetli Yaşar Duru ve annesi Necla hanımın ismini taşıyan Gerontoloji Merkezi’ne uğramamak olur mu?..
Tabi ki olmaz…
Yaşar Duru ile bir önceki gezimde restore edip yaşadığı tarihi evinde görüşmüştüm.
Bir hayali vardı.
Kendi ve eşinin adına Gerontoloji Merkezi yaptırmak.
Gerontoloji, yaşlılık süreci ve yaşlı insanların fiziksel, psikolojik ve sosyal ihtiyaçlarını inceleyen bir bilim dalı.
İbradı’da doğası gereği yaşlı nüfusunun yoğun olduğu bir ilçe…
Yaşar Duru’ya, rahmetli olmadan 2-3 ay kadar önce kendi ve eşinin adını taşıyan Gerontoloji Merkezi’nin açılışını yapmak nasip olmuştu.
Yani gözleri açık gitmemişti.
Oğlu Tarık Duru, davet etmesine rağmen, sağlık problemlerim nedeniyle açılışına katılamamıştım, kısmet geçtiğimiz cuma gününeymiş…
Rahmetli Yaşar Duru, tahsildar olan babasından kalma köşkü, aslına uygun yeniden yaptırmış.
Biz merkezden içeri girdiğimizde kadınlı erkekli bir gruba, bir kadın hoca nefes çalışması, fiziksel egzersiz yaptırıyordu.
Öğreniyorum ki, Gerontoloji Merkezi’nin 400’ü aşkın kayıtlı üyesi varmış.
Bu kış aylarında 60-70’e kadar düşüyormuş.
Çevre ilçelerden gelenler bile varmış yaz aylarında...
İbradı’nın sağlık ocağı doktoru, merkez açıldıktan sonra yaşlıların ilaç tüketiminin yarıya yarıya azıldığını söylemiş.
Ben bu merkezin İbradı Belediyesi tarafından işletildiğini biliyordum, merkeze gelenlerle yaptığım ayak üstü sohbette öğreniyorum ki, seçimden sonra CHP’nin elinden belediyeyi alan Ak Parti’li başkan Hatice Sekmen elini ayağını çekmiş.
Yani, Duru Ailesi’ne ‘Alın, ne haliniz varsa görün’ der gibi bırakıp çekilmiş kenara…
Tarık Duru bu…
Keçiyi sevdiği kadar keçi inadı olan biri…
Baba emanetini ortada bırakır mı?..
O koskoca konağı yapan Duru Ailesi, işletmesinden mi korkacak?..
Benim takıldığım mesele şu; hayırseveri küstürmek…
İşin içinde siyaset var mı, yok mu bilemem ama memleketi için bir çivi çakan hayırseveri yalnızlaştırmaktır bu yapılanlar…
Oysa benim bildiğim, burası daha inşaat aşamasındayken, işletme için İbradı Belediyesi’nin adı falan geçmiyordu.
Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Muhittin Böcek’in, ailenin teklifi üzerine, merkezin işletmesini kabul ettiği yönünde bir bilgi gelmişti ta o zamanlar bana…
Meğer Böcek, aileye söz vermesine rağmen, hiç el uzatmamış meseleye…
O çekilince, İbradı’nın bir önceki CHP’li belediye başkanı Serkan Küçükkuru belediye olarak işletmeyi üstlenmiş ancak seçimi kaybedince yeni gelen başkan elini ayağını çekmiş.
Sordum, ‘Burasının aylık masrafı ne kadar?’ diye…
“Çalışanıyla, elektriği ile suyuyla 100-150 bin lira civarında” dediler.
Sen tut, milyonlarca lira harca 3 katlı konağı aslına uygun yeniden inşa et, Gerontoloji Merkezi yap, milletin hizmetine ücretsiz sun, koskoca büyükşehir belediyesi de yıllık toplam masrafı bir konser parası etmeyecek bütçeye hayır desin…
İddia ediyorum, büyükşehirin yıllık çereze harcadığı para bile bundan kat be kat fazladır.
Toplum yararına yapılmış, her şeyi ile hazır bir merkezin tepesine büyükşehirin logosunu 150 bin TL’ye çakacaksın ama ‘Hayır’ diyorsun.
Bunun tasarruf amaçlı yapıldığını hiç sanmıyorum.
Çünkü meblağ küçük…
Dediğim gibi yıllık masrafı bir konser parası değil…
Bunun altında, hem Hatice Sekmen adına, hem Muhittin Böcek adına söylüyorum siyasi bir tavır yatıyor ise ayıp…
Bunları duyunca gazeteciler olarak üzüldük haliyle…
Oradan çıktık, 34 yıl önce ocak ayında bir suikast sonucu yaşamdan koparılan Atatürkçü Düşünce Derneği’nin kurucusu hukukçu Prof. Dr. Muammer Aksoy’un adını taşıyan kültür evine geçtik.
Bir hüzün de orada çöktü…
Ankara’da gazetecilik yapmış biri olarak, duvara asılı fotoğraflar beni anılara götürdü.
Aksoy’un Ankara’daki cenaze töreninden görüntüler, aydınlara yönelik kıyımları hatırlattı ve o acıları bir daha yaşattı.
Ve, acıkmıştık…
Gerontoloji Merkezi'nin tam karşısındaki Yörük Ali Konağı'nın restoran bölümüne geçtik.
Menü de bıçak arası pidenin olduğunu görüp, “Nasıl, iyi midir?” diye sordum.
Burayı işleten Erdoğan ailesinden Yunus Erdoğan, “Abi, Konyalı misafirlerimiz bile bizim memleketin bıçak arasından daha iyi diyorlar” diye iddialı bir laf edince hepimiz sipariş verdik.
Yediğimiz bıçak arası hakikaten dillere destandı…
Burası 1.5 yıl kadar önce hizmete girmiş…
Arkada üzüm bağlarının arasında bungolov evler var.
Bu fotoğrafı çektiğimde manzara gökkuşağı ile taçlanmıştı...
Bazılarının dış görünümü çok sevimli, bazılarının içleri, 5 yıldızlı otel kalitesinde…
İğden ipliğe, şampuandan duş jeline, logolu banyo terliğine kadar her ayrıntı düşünülmüş…
Restore edilen ve işletmeye adını veren Yörük Ali Konağı’nın altında şarap mahzeni var.
Nevşehirli bir usta 6 ay uğraşmış ahşap şaraplıkları yapmış.
Akşam yemeği ve konaklama da Yörük Ali Konağı ve restoranında…
Altınbeşik Mağarası’nda botla bir tur atmak, 1100’ü aşan yaşıyla Anıtsal Kestane Ağacı ile kucaklaşmak, hikayesi ile tarih kitaplarına geçen Kadı Abdurrahman Paşa ve ailesinin yattığı mezarlığı, Erymna Kenti’ni, konakları, köşkleri görmek için bir gün yetmeyeceğinden konaklama şart…
Bu imkanı da Erdoğan Ailesi 5 yıldız kalitesinde sağlamış…
Turizm belgesi almak için çabalıyorlarmış…
Benim bildiğim Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy da İbradılı…
Memleketinde büyük bir eksiği gideren işletmeye bu belgeyi çok görmeyecektir.
Gündüz gezdik, yorulduk akşam da yine Yörük Ali Konağı’na Sami Demircioğlu’nun sazına, sözüne geldik.
İbradılılar tahta kaşıkla şakır şakır pistte oynarken, bizde kaşıksız eşlik ettik onlara....
Önce yağmur ve arkasından serin hava, Antalya’nın yakıcı sıcağından buraya gelen bizlerin vücut kimyasını bozdu.
Sabah, çilek yetişen Konya sınırına doğru yola çıktık. Ovaya vardığımızda yoldaki tabelada yazan rakım 1500’dü…
Sıcaklık ise 18,5…
Antalya 38 derece ile yanarken, ben üşüdüğüm için arabadan inemedim.
İnen arkadaşlar, tarladan, yani direkt üreticiden çileğin kilosunu 80 TL’den almışlar.
Antalya, İstanbul ve Ankara’daki fiyatını varın siz düşünün…
Gezi kısaydı ama anlatılacak daha çok şey kaldı.
Onları da başka bir zaman yazarız inşallah…